BEYLERDERESİ, 39 YIL OLMUŞ...

Engin Erkiner 


26 Ocak 1976’da Malatya Beylerderesi’nde İlker Akman, Hasan Basri Temizalp ve Yusuf Ziya Güneş’in öldürülmelerinin üzerinden 39 yıl geçti. 

Gazetelerin hakkında günlerce yayın yaptığı, “ikinci Kızıldere” olarak da adlandırılan büyük bir olaydı. 

Bizim için de çok kötü olmuştu. Büyük kayıp verilmesinin yanı sıra, o bölgedeki örgütlenme de çökecek ve yeniden kurulamayacaktı. Dahası, 26 Ocak 1976’nın ardından örgüt hayli sıkışık bir duruma girmiş ve bu dönemdeki üç-dört ay içinde neredeyse yeniden kurulmuştu. 

Gülten Çayan’ın anılarının Ayrıntı Yayınevi tarafından yayınlanacağını duyduğumda aklıma hemen Beylerderesi geldi. 1975 yılı yazında Yurtdışı Grubu adını taşıyan (Gülten Çayan grubu da denilen) grupla birleşmiştik. Ben kısa süreli olarak askerdeydim, Ankara’da görüşmeleri İlker ve Necati yürütmüştü. 

Daha sonra bu grubun sorumlularıyla birkaç kez ortak toplantı ve görev bölüşümü yaptık. Aramızda kısa sürede anlaşmazlık ortaya çıktı denilebilir. Bu anlaşmazlığın teorik temeli yok gibiydi ve esas olarak politik olmaktan ne anlaşıldığı konusunda yoğunlaşıyordu. Bu arkadaşların sorumluluğuna bıraktığımız insanlar gelip bize dert yanıyorlardı. “Bu ne biçim politiklik? Diyalektik oku, felsefe oku, silahlar üzerine konuş ama güncel politik analiz diye bir şey bulunmuyor.” 

Gerçekten de durum böyleydi. Çok ürkektiler. Güncel olayları yakından izleyip politik tahlil yapmak, kişiye o olaylara bir şekilde müdahale edilmesi gerektiğini de dayatır. Politik insansan ve hele de politik bir örgüt isen, politikaya müdahale edeceksin demektir. Diyalektik ve AK47 konuşularak da bu işler yapılmaz. 

Beylerderesi’nin ardından bu arkadaşlar olayların hızlı gelişmesinden neredeyse paniğe kapıldılar denilebilir. Hepimiz çok zor durumdaydık ama büyük ihtiyatla hareket ederek devam etmeliydik. Kısa sürede Yurtdışı Grubuyla ayrılık geldi. İşbölümü gereği devrettiğimiz bütün ilişkileri geri aldığımız gibi, yine işbölümü gereği bize devredilmiş ilişkiler de eski yapılarına dönmemeyi tercih ettiler. 

Bu ayrılık örgütün başka yerlerinde nasıl konuşulmuştur, bilmiyorum. Bakalım, belki Gülten Çayan anılarında bu konudan söz eder. 

Bu kişiler gerçekten örgüt müydü, yoksa bir arada bulunan bir insan grubu muydu; bilmiyorum. Bu insanları tanıdıkça illegal görünümlü insan grubu olmak özelliği benim için daha ağır basıyordu. Bu kişiler daha sonra Devrimci Yol’a katılacaklardı. Sonrasını bilmiyorum, hiç ilgilenmedim. 

Beylerderesi’nde hayatını kaybeden yoldaşlardan Yusuf Ziya Güneş’i tanımıyordum. Samsun’un Çarşamba ilçesinde kendisi için Kurtuluşçular tarafından düzenlenen büyük bir cenaze töreni yapıldığını daha sonra öğrendim ve bilgim de bu kadarla kaldı. 

Hasan Basri’yi İlker ve benim dışında tanıyan yoktu. Yüksel bile tanımazdı. 

3. THKO davasından bir süre hapiste kalmış ve 1974 affıyla tahliye olmuştu. Gülerek, kendisine işkence yapan polisin, “Bir daha yapacak mısın?” diye sorduğunu, “Yaptım, çıkınca bir daha yapacağım” deyince de çok kızdığını, bu nedenle su isteğini bile yerine getirmediğini gülerek anlatırdı. 

Hapishanede Beyaz Aydınlık ya da Doğu Perinçek grubuyla birlikte kalmıştı. Bu grubun hapishanelerdeki tutumu dışarıda –en azından bizler arasında- garip karşılanırdı. Mesela süt içmek yasaklanmıştı. Neden, burjuva alışkanlığıymış! Midesi bozuk olanlar ıstırap çekiyormuş, kimin umurundaydı. 

Çocukluğumdan beri süt sevmem, şimdi bu durumda burjuva alışkanlığından uzak mı olmuş oluyordum! Ne aptalca işlerdi bunlar!!

Hasan Basri içerdeyken bir oranda Perinçekçilerin görüşlerinin etkisi altında kalmıştı. O yıllarda bu grup da halk savaşını savunuyordu. THKO da onlar da ülkeyi yarı feodal olarak görüyor ve Milli Demokratik Devrimi savunuyordu. 

Hasan Basri ile İlker’in okuldan tanıştıklarını sanıyorum. Birisi metalurjide, diğeri maden bölümünde okuyordu ve sanıyorum buradan tanışıyorlardı. İlker’in çabasıyla Hasan Basri görüşlerini değiştirecek ve THKP-C’nin görüşlerine yaklaşacaktı. 

ODTÜ, devrimci mücadelede çok kayıp verdi. 1971-72’de hayatlarını kaybeden THKO’luların büyük bölümü bu okuldandı. Keza Ulaş Bardakçı da… Beylerderesi’nde hayatlarını kaybedenler de…

Ne daha öncesinde ve ne de daha sonrasında 1976’daki kadar zor bir yıl yaşamadım. Örgütün merkezi Ankara sayılırdı. Yüksel burayı tanımıyordu. Bir çeşit yeniden kuruluş yaşamak zorundaydık ve küçük bir hatada her şey sona erebilirdi. 

Yeniden kuruluşu gerçekleştirebildik ama her attığımız adımda ağır kayıp vermek özelliğimiz sürecek ve bir yıl sonra Yüksel ölecek, Rıza yakalanacak ve silahlı politik çıkışı sürdürmek işi büyük oranda bana kalacaktı. Kısa süre sonra Ömür hayatını kaybedecekti. 

1977 yılı ortalarında artık adı herkesçe bilinen bir örgüttük, hedeflediğimiz politik çıkışı yapmıştık. Ama ne kadar ağır kayıp vermiştik… 

Aynı hedefe daha az kayıpla ulaşabilirdik ve böylesi çok daha iyi olurdu ama istemekle olmuyor… 

Dikkatsizlik bazen ağır kayıplara yol açıyor, ihmalkarlık keza aynı şekilde… Bazen da terslik gelip sizi bulur… Önceden her şey düşünülmüştür ama beklenmedik bir terslik gelir sizi bulur…

Bunu engelleyebilmek mümkün değil ve yaşadığımız gibi ağır sonuçları da olabiliyor. 



Hasan Basri Temizalp