Engin Erkiner
1975 yılının Temmuz ayının 15’inde 4 aylık kısa süreli askerlik için Balıkesir’e gittim. Aslında aybaşında kıtaya gitmemiz gerekiyordu, ama ne yapacaklarını bilemedikleri için iki hafta geç başladık. İlk üç hafta dışarıya çıkmak yoktu. Sonraki hafta sonu da hiç kimse yoklama atlatmadığı için ben de atlatamadım. Yeniden Ankara’ya ancak Ağustos ayının ikinci yarısında gelebildim.
Bir ayda neler ve de neler olmuş. TDAS basılıp dağıtılmıştı. Özellikle Devrimci Gençlik çevresinden okuyanların anladıklarını pek sanmıyorum ama en azından kaliteli bir broşür karşısında olduklarını anlamışlardı. SBF’deki tartışmalardan birisinde Faruk adlı bir kişi, “bunlar hepinizi dağa çıkarıp öldürecek” diyor. Rıza ve birkaç kişi de bunu dövüyorlar. Kafasında bir sandalye kırılıyor.
Faruk 1981 yılında Köln’de politik ilticacıydı. Olayı bilmeyen bir Devrimci Yol’cu bana, “eskiden de kafası pek yerinde değildi. Bir kavgada kafasında sandalye kırılınca iyice tozuttu” demişti.
Bu kavgadan kısa süre sonra, ertesi gün veya birkaç gün sonra, Rıza silahlı olarak AYÖD’e (Ankara Yüksek Öğrenim Derneği) gider. AYÖD, Devrimci Gençlik’in derneğidir. Rıza’yı döverler ve silahını da alırlar.
Necati gerek Ankara’nın gerekse de öteki kentlerin örgütlenmesinde önemli rol oynamasına karşın ön planda olmak istemezdi. İlişkisi esas olarak benimleydi. Askere gidince bir süreliğine doğrudan İlker ile oldu. Zaten ODTÜ’den birbirlerini tanıyorlardı.
Rıza, İlker’i tanımaz, Necati’yi tanırdı. Rıza durumu Necati’ye anlatır, o da İlker’e aktarır. Şimdi ne yapılacaktır? İlker açık tavır koyar: Nasuh geri plana çekilecektir, silah da geri verilecektir. Yoksa gereken yapılacaktır.
Dernekte Rıza’ya saldıranlar arasında Nasuh var mıydı, bilmiyorum. Her durumda Nasuh’un Ankara’da sorumlu olduğu biliniyordu. Nasuh ültimatomu reddeder ve herhangi bir saldırıya karşı dernek yöneticileri toplu dolaşmaya başlarlar. Bizimkiler bir şey yapmamaya karar verirler ve zaten saldırı düzenlemeye kalkmak son derece yanlış olurdu. Sonuçta Ankara’da kötü duruma düşeriz.
Bunun ardından sonbaharda, ben de askerden geldikten sonra, Yurtdışı Grubu ile yapılan ilk ortak toplantıda, Necati, İlker’i oldukça ağır eleştirdi.
Ankara’da olmadığım için bana bir şey söylemek düşmezdi, ama eleştiri epeyce ağırdı. Bu olay her ikisini de kötü etkiledi, araları da bir daha düzelmedi. Kendi kendime “Aynı durumla ben karşılaşsa idim, ne yapardım?..” diye sorduğumu hatırlıyorum. En başta, Rıza’nın davranışının yanlış olduğunu belirtmemiz gerekirdi.
Evet, ortada açık bir provokasyon vardı, ama biz de buna kolayca düşmüştük. Hele de silahlı olarak AYÖD’e gitmek, yangına benzinle gitmekten başka bir şey değildi. Bu adımdan sonra olayların nasıl gelişeceğine bakardık. En azından yapamayacağımız bir eylemi yapacakmış gibi söylemezdik. Bir şey söyledin mi, yapacaksın, yapamayacağını söylemeyeceksin.
Aylar sonra İlker’in neden böyle davrandığını daha iyi anladım. İnsanlar iki çeşit sosyalizasyon yaşarlar. İlki, ailede yaşanılan sosyalizasyondur. Buna ek olarak mahallede, okulda ve öteki mekânlarda yaşanılan ikinci sosyalizasyon gelir. İlk sosyalizasyon, insanın ailesiyle olan ilişkisine göre, kişiyi fazlasıyla etkileyebilir. İlker fazla düşünmeden karar vermiş ve hemen rest çekmişti. Bu özellik aileden geliyordu. Rest çektiğinizde karşı taraf çekinirse, iyi; ama resti görürse, iyi olmayan bir duruma düşersiniz. Başımıza gelen de zaten buydu.
Beylerderesi olduğunda bu olayın üzerinden altı ay bile geçmemişti. Bir insana ne kadar kızarsanız kızın, fırsat bu fırsattır diye onun hakkında “şizofrendir” diye laf yaymak pis bir davranıştır. İlker’i daha iyi tanıyan Yurtdışı Grubu üyeleri, “onlar ayrıydı” demekle yetindiler.
Nasuh ise TMMOB’den çıkan “şizofren” sözcüğünü yaydı. Diğer politik hareketlerden sadece tepki gördü.
1976 yılı ortalarında Devrimci Gençlik’in “TDAS Hakkında Birkaç Söz” adlı eleştiri yazısı çıktığında, kullanılan terimlerden bunu Nasuh’un yazdığını anlamak mümkündü. İpe sapa gelmez bir eleştiriydi. Sık sık, “bunlar sürekli olarak bunalımdan bahsediyorlar, acaba bunalım mı geçiriyorlar” gibi son derece derin cümleler vardı.
Aynı yıl içinde bu yazıya karşı “Eleştiriler Üzerine” adlı bir yazı yazdım. Basıldı ve dağıtıldı. Ben de bol bol “Devrimci Gençlik’in tepesine çöreklenmiş revizyonist oportünist klik” diyordum. Aslında o yazıya karşı, “bunu yazan kimse önce bir psikologa görünsün” demek de gerekirdi, ama bu kadarına gerek yoktu.
Beylerderesi bizim için büyük darbe oldu. Sadece insan kaybı söz konusu değildi, geniş bir bölgeyle de bağlantımız kesildi. 1976 yılı toparlanmak ve politik çıkış yapmaya hazırlanmakla geçti. Bu dönemi “Acilcilerde 1976 yılı” birkaç bölümlük yazıda anlattığım için burada yeniden üzerinde durmayacağım.
İlker Akman ile ilgili üç bölümlük yazı burada sona eriyor.
1975 yılının Temmuz ayının 15’inde 4 aylık kısa süreli askerlik için Balıkesir’e gittim. Aslında aybaşında kıtaya gitmemiz gerekiyordu, ama ne yapacaklarını bilemedikleri için iki hafta geç başladık. İlk üç hafta dışarıya çıkmak yoktu. Sonraki hafta sonu da hiç kimse yoklama atlatmadığı için ben de atlatamadım. Yeniden Ankara’ya ancak Ağustos ayının ikinci yarısında gelebildim.
Nasuh ise TMMOB’den çıkan “şizofren” sözcüğünü yaydı. Diğer politik hareketlerden sadece tepki gördü.
İlker Akman ile ilgili üç bölümlük yazı burada sona eriyor.